Killa Hakan'ın "Ghetto Insider" şarkısının (2013) videosundan ekran görüntüsü.

Killa Hakan, Kotti ve Türkçe Rap: “Bizim Hikâyemiz Kolay Yazılmadı”

Sanki Avrupa’nın ortasında, binlerce kişiyle dolu bu etkinlik salonu kalbimizde küçüldü, küçüldü, küçüldü ve Anadolu’nun ücra köşelerinde bir araya gelip rap müzik dinleyebilmek için cepteki üç beş kuruşu denkleştirerek gidilen bir düğün salonuna dönüştü.
22 Kasım 2025
9 dakika

U-Bahn’ın Kotbusser Tor durağından indiğinizde sizi kocaman bir yazı karşılıyor: Kreuzberg Merkezi. Bu pek de estetik bir yanı olmayan sarı-yeşil tabelanın önünde fotoğraf çektirenleri görürseniz şaşırmayın. Çünkü burası, Türkçe rapin kabesi.

6 Ekim’de taşındığım Kreuzberg’e tam anlamıyla “hoş geldiğim” etkinlik, 21 Ekim’deki Killa Hakan’ın Rap Müzikte 30. Yıl konseri oldu. Temelli taşınmadan önce yalnızca bir defa, turistik olarak uğradığım bu semtte hiç de yabancı hissetmiyor, bunun sebebinin neredeyse 10 senedir fena sayılmayacak bir Türkçe rap dinleyicisi olmamla ilgili olduğunu içten içe biliyordum. Bu semtin sokaklarının adı, insanlarının derdi, geçmişinin acıları kulağıma şarkılarla okunmuştu bir kere. Şimdi sırada gözlemlemek vardı…

Hikâyeyi başa saralım.

1961’de Almanya ve Türkiye arasında imzalanan iş gücü anlaşmasıyla Berlin’e gelen “misafir işçiler”, ağırlıklı olarak hâlihazırda bir işçi semti olan Kreuzberg’e yerleştiler. Zaman içinde Türkiye’deki ailelerini de yanlarına aldılar. 1972’ye gelindiğinde, Kreuzberg’de doğan 1720 çocuğun 650’si Türk kökenliydi. Berlin Duvarı’nın hemen dibindeki sınır konumu itibarıyla ayrıcalıklı Almanların yaşamayı tercih etmedikleri bu bölge, yalnızca işçi sınıfının değil başta Türkiyeli olmak üzere birçok göçmenin, dışlanan azınlıkların, alt kültürün temsilcilerinin, mülksüzlerin, LGBTQ+ların, kısacası sistemin fazlalık olarak gördüklerinin yuvası hâline geldi.

Bu dönemde “gelişmiş” Avrupa’nın tam ortasında, “refah dolu” kapitalizmin sınırı Kreuzberg, dönemin tanıklarına göre devam eden bir savaş alanı gibiydi. Bazı evlerde tuvalet, elektrik, hatta temiz musluk suyu bile yoktu. Devlet bu bölgeyi neredeyse tamamıyla gözden çıkarmıştı. Birleşmeden önce mahalleye gelen Almanlar sanki bir hayvanat bahçesini ziyaret ediyormuş gibi davranıyor, göçmenlerden korkuyorlardı. Max Frisch’in artık klişeleşmiş “Biz işgücü çağırdık ama insanlar geldi” sözü, dönemin ruhunu tam olarak özetliyordu.

Beton bloklarla yalnızca Berlin’i değil, dünyayı ikiye ayıran bir duvarın arasına sıkışan Kreuzbergli çocuklar, sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal bir arada kalmışlık haliyle büyürken, yaşadıkları yer tam anlamıyla bir toplum laboratuvarına dönüştü. Aidiyet krizi içindeki bu ikinci neslin kimlikleri, dilleri, alışkanlıkları bu mahallede yeniden biçimlenirken, ortaya çıkan kendini ifade etme ihtiyacına ise müzik ilaç oldu.

Tam da Amerika’yı hip-hop’ın etkisi altına aldığı bu yıllarda, rap müziği duvarın çevresinde görev yapan Amerikan askerlerinden duyan Kreuzbergli gençler, siyahların öfke ve isyanında kendi hikâyelerini buldular. Binlerce kilometre ötedeki Bronx’ta aynı kadere mahkûm edilen, enstrümana ya da müzik eğitimi almaya gücü yetmeyen getto çocuklarının sesi olan, ekonomik ve kültürel eşitsizliğe karşı bir ifade biçimi olarak doğan rap, Kreuzberg’de de hızla sahiplenildi ve Türkiyeli ailelerin evlerinde sıkça duyulan arabeskten de ilham alarak yerelleşti.

1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla beraber, o güne dek sınıra itilen Kreuzberg, birdenbire başkentin merkezinde kalıverdı. Ancak mahalle sakinleri için bu merkezde olma hâli hiçbir zaman merkezde hissetmek anlamına gelemedi. Dönemin tanıklarının deyimiyle “duvar göçmenlerin üzerine yıkılmıştı”. İşte bu çelişki, Türkçe rap’in altyapısını oluşturdu. Türkçe, Almanca ve sokak argosunun birbirine karıştığı bu ilk dönemde dil, kültürün hem yaratıcısı hem de koruyucusu oldu. Şarkı sözleri ise bir kültürel varoluş biçiminin yanında bir diyalog zemini, hatta savunma mekanizması hâline gelerek gençlerin yıllardır aradıkları benlik duygusuna deva oldu.

Duvarın yıkılmasıyla birlikte sokaklarda giderek artan ırkçı saldırılar, polis baskısı ve dışlayıcı şehir mekanizmaları, Kreuzbergli gençleri çeteleşmeye sürükledi. Yükselen yabancı düşmanlığı, Alman devleti tarafından pek gündeme alınmasa da kundaklama ve saldırı olaylarıyla gerçek bir tehdide dönüştü, artık burada doğup büyümüş yeni nesil de ebeveynleri kadar sağduyulu olma sorumluluğunu reddetti. Artık karşılarında bir gün bile izin istemeden yıllarca Alman fabrikalarında çalışan, meçhul bir gelecekte ülkelerine mutlaka geri döneceklerine inanan, boynu bükük “misafir işçiler” değil; onların bu ülkenin sokaklarında büyümüş, eşit şartlar talep eden, artık hiç de “misafir” olmayan çocukları vardı.

Cartel, Islamic Force, Erci E, Boe B, Kâbus Kerim, Killa Hakan, Aziza A gibi Türkçe rapin ilk örneklerini ortaya koyan isimler bu dönemde ortaya çıktı ve hızla popülerleşti. Ayhan Kaya, bu kuşağın punklar ya da hippiler gibi doğrudan politik aktivizm yapmasalar da Antonio Gramsci’nin “organik entelektüel” ve Walter Benjamin’in “hikâye anlatıcısı” kavramlarıyla açıklanabileceklerinin altını çizdi. Bu görüş, günümüze kadar gelen Türkçe rap ve alt kültür tartışmalarının da temelini oluşturdu.

Kreuzberg, 1990. Fotoğraf: Ergun Çağatay

Adını Kreuzberg’in posta kodu olan 36’dan alan 36 Boys ise yine bu dönemde doğdu. Çıkış noktası Amerika’da da hip-hopla el ele yürüyen gang kültürünün bir yansıması olarak, sistemin dışına itilmiş gençlerin bir araya gelip birbirlerini kollamaları ve mahallelerini ırkçılığa karşı savunmalarıydı. Bu dönemde 36 Boys üyeleri, özellikle Neo-Nazi “Dazlaklar” çetesiyle şiddet dolu çatışmalara girdiler. Öte yandan çete bünyesinden sadece şiddetle değil, hip-hop kültürünün diğer ögeleriyle de mücadele eden birçok isim çıktı. Graffiticiler, DJ’ler, break dansçılar ve dövüşçülerin yanında, 36 Boys’u asıl kült hâline getiren rapçiler oldu. Böylece müzik ve sokak arasında şarkı sözlerinin ötesine geçen, organik bir bağ ve bu bağdan doğan homojen bir komünite oluştu.

Killa Hakan, hem 36 Boys’un ilk kurucularından hem de Türkçe rapin ilk örneklerini veren öncülerden olarak, bu komünitenin varlığı için büyük emekler harcamış ve bedeller ödemiş isimlerden biriydi. Dolayısıyla 21 Ekim’de Kreuzberg’de gerçekleşen rap müzikteki 30. yılı etkinliği de, yollarını açtığı ünlü konuk sanatçıların sahne aldığı keyifli bir geceden ziyade, bu mücadele dolu geçmişe bir saygı duruşu, bir teşekkür niteliğindeydi.

Aslında Türkçe rap, artık bir alt kültür olmaktan çıkalı epey zaman oldu. 2010’lu yıllarda Kreuzbergli ustalarından ilham alan ikinci nesil rap müzisyenlerle beraber televizyondan beyaz perdeye, radyolardan ödül törenlerine kadar ulaştı. Zar zor para biriktirilerek çıkarılan CD’lerin ve düğün salonlarında yapılan yeraltı konserlerin yerini biletleri anında tükenen, sponsorlu festivaller aldı. Yılların yoksul ve serseri çocukları artık zengin birer sahne yıldızıydı.

Ancak Türkçe rapin potansiyel dinleyici kitlesi genişledikçe hem devletin baskıcı politikaları hem de piyasaların pazarlama çabaları arttı. Bu metasal dönüşümle beraber şarkı sözleri de giderek maddi başarı, tüketim hazzı ve cinsel arzular eksenine sıkışmaya başladı. Yeni nesil müzisyenler için kolektif bir mücadele yöntemi olmaktan çıkıp bireysel yoksulluklarından kurtulma aracı hâline gelen rap, homojen komünitesini, dolayısıyla isyankâr ruhunu kaybetmeye başladı. 90’ların Kreuzberg’inde bir yaşam mücadelesi olarak doğan Türkçe rap, 2020’lerin İstanbulu’nda artık kimin Spotify’ın NKVT listesine hangi sıradan girdiğine dair bayat bir tartışmaya dönüştü.

Fakat sanıyorum 21 Ekim gecesi, benimle beraber o salonda bulunan hemen herkese, uzun zamandır bir türlü hissedemediğimiz bir aradalık duygusunu yaşattı. Kreuzberg’de yer alan Tempodrom etkinlik salonunun önü, sevdikleri şarkıları ve sanatçıları dinleyecek olma heyecanının ötesinde, bir kültürü kutlamaya gelen, hemen hepsi Türkiyeli göçmenlerden oluşan binlerce dinleyiciyle doluydu. Öyle ki Berlin polisi bu coşkulu geceye özel güvenlik önlemleri bile almıştı.

Uzun giriş kuyruğu boyunca kulak misafiri olduğum sohbetlerin hemen hepsinde bir aidiyet vurgusu vardı. Burada doğup büyümüş eski kuşak göçmenler için Türkçe rap, kökleriyle ortak dili konuşabilmenin aracıydı. Son dönemde göçen, benim gibi öğrenci ve beyaz yakalılardan oluşan yeni kuşak göçmenler içinse, adapte olmaya çalıştıkları bu yeni kentle tanıdık bir geçmişi buluşturan köprüydü. İşte bu benzer duygular, normal şartlarda bir konserde bulunması mümkün olmayacak kadar birbiriyle ortaklaşan bir kitle yaratmıştı. Yalnızca aynı müziği dinlediğimiz için değil, resmi dairelerde aynı sorularla karşılaştığımız, soylulaştırılmış mahallelerde aynı bakışlara maruz kaldığımız, isimlerimizi telaffuz ederken aynı sükunete büründüğümüz için de yan yanaydık.

Öte yandan, kimi doğrudan kimi dolaylı olarak müziğini bu toprakların göçmen kültürüne borçlu olan onlarca ünlü rap sanatçısı da tıpkı dinleyiciler gibi uzun yıllardır unuttukları, mücadele dolu bir geçmişin ve böylece bir araya gelen bir komünitenin parçası olduklarını hatırlamanın gururunu ve samimiyetini yaşıyordu. Onlar da artık anaakım olmuş, genişleyen dinleyici kitlelerinden farklı olarak, uzun süredir dirsek teması kuramadıkları kadar duygudaş bir topluluğun huzurundaydılar. Anlatmak istediklerinin anlaşıldığından emin olmalarının konforu neredeyse gözle görünürdü.

Tüm bu hisler birbirine karışırken sanki Avrupa’nın ortasında, binlerce kişiyle dolu bu etkinlik salonu kalbimizde küçüldü, küçüldü, küçüldü ve Anadolu’nun ücra köşelerinde bir araya gelip rap müzik dinleyebilmek için cepteki üç beş kuruşu denkleştirerek gidilen bir düğün salonuna dönüştü. İşte şimdi yeniden flaşlardan, sponsorlardan, komisyonlardan, menajerlerden, magazincilerden, popüler kültürden ve en başında pek de bize ait olmayan her şeyden uzakta, eski günlerdeki gibi bir aradaydık. Yalnızca bir anlığına olsa bile.

Maalesef Türkçe rapin geleceği hakkında pek umutlu olduğumu söyleyemeyeceğim. Bu müziğe politik bir ruh kazandırmak adına gecesini gündüzüne katan birkaç saygıdeğer müzisyeni tenzih ederek, rap müzisyenlerin artık Ayhan Kaya’nın biçtiği rolleri taşıdıklarını da hiç sanmıyorum. Ancak dilerim konserin sonunda sahneye çıkan Killa Hakan’ın “Bizim hikâyemiz kolay yazılmadı. 30 yıl değil, 300 yıl da geçse sokak bizimle konuşmaya devam edecek,” sözlerinin altına imzasını atan varoşların çocukları hep var olsun.


Kaynak:

https://diasporaturk.org

36 Boys (2014) – Al Jazeera Türk Belgeseli

killa (2020) – 140journos Belgeseli

Kaya, Ayhan (2000). ‘Sicher in Kreuzberg’ Berlin’deki Küçük İstanbul. Diasporada Kimliğin Oluşumu. İstanbul: Büke Yayınları.

Ayrıca bu yazıya kişisel araştırma notlarıyla katkı sunan dostlarım Sinem Demirel ve Anıl Şimşek’e teşekkür ederim.

Author

  • GMT +1 / GMT +2. Genelde konuşur, şanslıysa yazar. Arada medya öğrencisi, daima insan.

Öneriler

Müptezhel ile Ankara’ya, Derdo ile Berlin’e Taşınmak

Şu sıralar Anadolu Flex dinleyerek vize evraklarımı toparlamakla ve Berlin’in

Göçmen Kadınlar Platformu gönüllüsü Burcu Emran: “Elimizi tutacak bir göçmen kadın mutlaka var”

Biz kadınlar çok güçlüyüz, gücümüzün farkına varmalıyız. Hayat zor, ama

sf. - Saat Farkı sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin